Her geçen gün dünya bizlere daha sert şekilde,
ciddi ve inatçı bir biçimde davranıyor. İsteyerek ya da istemeyerek, bir şeyler
olmalı ya da zaten oluyor diye hissediyoruz. Dindar olanlar bu durumu daha
yüksek bir güce bağlıyorlar; laik olanlar ise suçu doğaya yüklüyorlar. Öyle ya
da böyle, dikkatimizi odaklamamız ve harekete geçmemiz için bizi zorlayan güçlü
bir baskı altındayız.
Kişisel gelişimimizi en iyi koşula getirmek için
öncelikle ne olduğunu fark etmeliyiz ve süreci bir bütün olarak
gözlemlemeliyiz. Gelişmeye nasıl devam edeceğimizi her an seçmeliyiz. Bu, doğru
ya da yanlış olma meselesi değildir, aksine gelişimimizin doğanın programına
uygun olup olmaması meselesidir. Her şey, doğanın bizden ne talep ettiğini anlamamıza,
kavramamıza ve bunu kabul etmemize bağlıdır.
Bugün, kendi deneyimlerimiz sayesinde bu sonuca
ulaşabiliriz. Bilim adamları, psikologlar ve felsefeciler, kötü ve iyi olmak
üzere iki güç tarafından geliştiğimizi bir ağızdan tekrarlıyorlar. İyi, bize
iyilik getirir ve kötü, kötülük getirir. Buna dair hiçbir şüphemiz yok, çünkü
herkes iyi ve kötüyü değerlendirebilir.
İyi gücün etkisi, özellikle, büyürken sevildiğimiz
ve korunduğumuz çocukluk döneminde hissedilir. Doğa, anne ve babalarda, yakın
ailede ve hatta uzak çevrelerde bile çocuklara karşı iyi bir yaklaşım ve sevgi
ortaya çıkarır. Çocukların yaramazlık yapması veya bir şeyler kırması önemli
değildir. Bir yetişkin yaptığında asla affedilmeyecek şeyleri bir çocuk yaptığı
zaman, onu affederiz. Herkes çocuğun bir dediğini iki etmez ve çocuk,
yetişkinlerin iyi yaklaşımını kullanır.
Çocuk büyür büyümez, bu sevecen ve hoşgörülü
yaklaşım birdenbire durur. O andan itibaren, kendisine ve başkalarına bakması
gereken biri olur; başkalarına “borçlu” olmaya başlar ve hareketlerinden
sorumlu tutulur. Kısacası, sevginin yerini talepler, beklentiler alır. Peki,
neden böyle oluyor? Neden doğa, yetişkinlik dönemine karşı bu kadar talepkâr
oluyor? Çocukluk dönemindeki gibi sevecen olmayı neden durduruyor?
Bu durumun olumsuzlukla hiçbir ilişkisi olmadığını,
aksine bizi büyümeye teşvik etmekle ilgili olduğunu anlamamız şarttır. Eğer
doğru şekilde gelişirsek, kötü etkiler hissetmek yerine, iyilik hissederiz. Bu
yüzden fark etmeliyiz ki tüm doğa, yaşam ve dünya, bizim dünya ile uyumlu olup
olmayışımıza göre bize davranmaktadır. Dünyaya uyumlandığımız zaman, daha önce
iyi ve kötü diye düşündüğümüz güçleri yeniden değerlendirmeye başlayabiliriz.
Neden bu olumsuz gücün bizi kendimizi düzeltmeye
doğru teşvik ettiğini hissetmiyoruz? Eğer bu güç ile yeniden bağ kurarsak,
yaşam bize tekrar, her gün yeni bir şeyler getirmeyi vaat eden çocukluk dönemi
gibi görünmeye başlayacaktır.
Her şey bizim hazırlıklı olmamıza ve eğitimimize
bağlıdır. Eğer erken yaşlarımızdan itibaren doğru şekilde yetiştirilseydik, olumlu
tepkiler sağlamak üzere çevreyle nasıl doğru şekilde ilişki kuracağımızı
öğrenseydik, doğayla, toplumla, aileyle ve kendimizle nasıl doğru şekilde
ilişki kuracağımıza dair eğitilseydik, o zaman yaşamlarımız mükemmel şekilde,
sorunsuzca devam edebilirdi. Ancak, çocukluk döneminde, yetişkinlik dönemine
dair doğru direktifleri almıyoruz.
Doğanın bize sunduğu ipuçlarını fark ederek belli
yönler bulabilir miyiz? Bizi çevreleyen her şeye karşı doğru yaklaşımı
oluşturabilir miyiz? İnsanlık, acı çekmekten kaçınmanın yolunu bulma derdiyle
yüz yüze ve en az miktarda üzüntü yaşamak üzere hayatla nasıl bir ilişki
kuracağını keşfetmeye çalışıyor. Şu an bile acı çekmeye devam ediyoruz ve daha
da fazla acı çekeceğiz çünkü henüz bu sorunun cevabını bulamadık.
Ne istediğimiz ve gerçekte neye sahip olduğumuz
arasında var olan karşıtlık, biz yetişkinleri daha ilerisini araştırmaya iter.
Sonuç olarak, tarih boyunca bu soruna çeşitli yaklaşımlar geliştirdik. Ancak, dürüst ve gerçekçi bir şekilde doğayı, insanlığı
ve yaşamı incelememiz gerekmektedir.
Esas olan, bencilliğimiz tarafından ayartılmamak,
aksine onun üzerine, mevcut hislerimize, eğilimlerimize ve düşüncelerimize
bağlı olmadığımız objektif bir seviyeye çıkmaktır. Kişi, kendi ego prizması
olmadan realiteye bakabildiği bir seviyeye çıkarsa, bencilliğin “lenslerini”
kaldırabilirse, o zaman realiteyi gerçek anlamıyla algılayabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder