21 Haziran 2012 Perşembe

UYUM İÇİNDE YAŞAMAK


Günümüzde, sanki dünya bize düşmanmış gibi geliyor. Sanki dünya bizi tehdit ediyormuş gibi geliyor. Aslında sadece dünyayı değil, aynı zamanda kendi doğamızı da bize düşmanmış gibi hissediyoruz. Böyle hissetmemize neden olan ise egomuz. Egomuzu ne terbiye edebiliyoruz ne de yok edebiliyoruz.
Diğer yandan, hızla doğal kaynaklarımızı tüketiyoruz, çok uzak olmayan bir zamanda tamamen tükeneceklerini bile bile… Peki, sonra ne olacak? Çoğumuz bu soruyla ilgilenmiyoruz bile; pek de önemli değil sanki. Çünkü asıl konu, maksimum kâr sağlayarak bankada paraları biriktirmek.
Milyonlarca plastik madde üretiyoruz ve birkaç ay sonra onları çöpe atıyoruz. Bu plastikleri ürettiğimiz petrol ise bir gün bitecek, fakat bunu düşünmüyoruz bile. Buna benzer daha birçok örnek sayabiliriz. Peki, bu durumda, insanlar dünyaya doğru şekilde, akıllıca yaklaşıyorlar diyebilir miyiz?
İnsan, dışarıdaki doğanın ve kendi doğasının ona düşmanca davrandığını hissettikçe,  zamanla küçülmeye ve bir köşede saklanmaya başlar. Çünkü ne dışarıdaki doğayı ne de kendi doğasını kontrol edebilir durumdadır.
Dolayısıyla, şu an bir yol ayrımındayız ve bu noktada doğru seçimi yaparak yola devam etmek zorundayız. Dünyamızda meydana gelen tüm olaylar, özellikle kendi doğamızda mevcut olan kötülüğü bize gösteriyor. İnsan doğamız, bizi dış doğaya karşıt olarak konumlandırıyor ve böylece hiçbir şeyi erdemli, mantıklı ve duyarlı bir şekilde düşünemiyoruz. Ego, bizi zenginliğe, gurura, bilgiye ve güce çekim duymaya zorluyor ve sonuçta kendimizi egomuzu sadece zarar verici bir şekilde kullanırken buluyoruz.
Bugün maruz kaldığımız genel durum, son 30-40 yıl içinde yaptıklarımızın sonucunda ortaya çıkan hasarı yansıtmaktadır. Daha öncesinde, insanlar doğayı gerçekten ihtiyaç olduğu kadarıyla kullanıyorlardı. Mesela, eskiden alınan beyaz eşya ürünlerinde 10-15 yıl garanti vardı. Bugün böyle bir şey yok. Her şey özellikle en kısa zamanda bozulacak şekilde üretiliyor. Ürün bozulmasa bile, kampanyalarla eski olanı yeniyle değiştirtiyorlar.
Görünen o ki hayata karşı, dünyaya ve doğaya karşı doğru yaklaşımda olma sınırını çoktan geçtik. Kendimizle, diğer insanlarla ve doğayla olan kötü ilişkilerimizi fark etmemizin zamanı geldi de geçiyor. Ancak bunu fark ettikten sonra, dünya üzerinde ahenkli şekilde yaşamamızı sağlayacak bir sistemden bahsedebiliriz.
Peki, sizce nasıl bir sistem olmalı? Karşıtlıklar üzerine kurulmuş dünyamızın bize huzur getirmediği aşikâr. Mutlak kölelik ya da mutlak özgürlük üzerine değil, sadece orta yol üzerine kurulacak bir dünya insanlığa huzur getirebilir. Yani o zaman her şey dengede olacaktır. Ancak o zaman görebiliriz ki doğa tam da bu şekilde işlemektedir.
Sonunda, sallantıları ters yöne doğru büyüyen sarkacımız, orta noktasına gelecektir. O zaman hepimiz, doğanın iyiliğini ve dengesini düşünerek, hep birlikte ortaklaşa hareket etmeye başlayabiliriz.

19 Haziran 2012 Salı

Küreselleşme


Küreselleşme, insanların doğa üzerindeki etkileri yerel olmayı bırakıp, küresel hale geldiği zaman başlamıştır. Yani aslında, ne yaparsam yapayım, tüm gezegenin doğasını etkiliyorum demektir – yerin küreselleşmesi.

Ayrıca, tüm gezegeni sadece şimdi, şu an değil, gelecek için de etkiliyorum. Yani, yaptığım etki, sadece kendi etki süresi kadar devam etmiyor. Aksine, doğayı etkileyerek direkt olarak gelecek tüm nesilleri etkiliyorum, sonsuza kadar – zamanın küreselleşmesi.

Tüm doğa üzerinde, sonsuza kadar  olumsuz etkisi olacak hareketlerimiz, ikincil ve üçüncül, vs. olumsuz sonuçların artmasına yol açar. Henüz bu sorunların çoğunluğunu fark etmedik bile çünkü henüz bu sorunlar doğada kendini göstermedi – hareketin küreselleşmesi.

Cansız, bitkisel ve hayvansal doğa üzerine yaptığımız olumsuz etkiler, geri gelir ve bizi, insan doğasını olumsuz etkiler. Daha da ötesi, bu etkiler sadece bizim fizyolojik ve psikolojik  dönüşümlerimiz şeklinde olmaz. Her bireyin kişisel bencilliği, küresel hale gelir. Bu bizim seçimimiz değildir. Ancak, bencilliklerimizin hepsi birlikte,  medya tarafından da pompalanarak, küresel bir bencillik içinde toplanır. Sonuçta küresel bencillik, tüm etkisiyle bize geri döner ve bizi mutasyona uğramış bencil yaratıklar haline sokar – bencilliğin küreselleşmesi.

Küreselleşen bencillik, insani ve manevi değerlerin küreselleşmesine dönüşmelidir. Çektiğimiz acılardan bizi kurtaracak olan da bu dönüşümdür. Doğa bizi öyle ya da böyle, insanlığın her alanda pozitif küreselleşmeye ulaşması için zorlayacaktır: politik (birleşmiş insanlığın birleşmiş devleti – “Gelecek Nesil”), ahlaki ( herkes bir ailedeki gibi eşittir), sosyal ( küresel bir eğitim dünyaya karşı aynı yaklaşımı sağlar) ve manevi (küresel birleşme ile doğanın gücü fark edilir) – manevi küreselleşme. 

Bugün, dünyaya yaklaşımımızın değişmesi henüz bir ütopya gibidir. Ütopya, Yunancada, “alan yokluğu” demektir. Ancak, negatif küresel olayların ve sonuçlarının birikimi, bir alan yaratmaktadır, negatif olayların toplam alanı. Bu alan da bizi değişime zorlayacaktır ve ütopya gerçek olacaktır. 



18 Haziran 2012 Pazartesi

KADIN VE ERKEK -Doğru seçim


İnsanlar tanışıp, âşık olup evleniyorlar ve bir süre sonra, birbirlerine tamamen yabancı olduklarını fark ediyorlar. Günümüzde bu durum oldukça yaygın iken, kişi nasıl doğru seçim yapabilir ve doğru karar verebilir? Salt kalbinin sesini dinleyerek mi hareket etmeli? Yoksa evleneceği kişinin birlikte yaşayabileceği, aile kurup çocuk yetiştirebileceği biri olup olmadığına mı bakmalı? Bu konuda nasıl doğru karar verebiliriz?
Belki de öncelikle, doğru seçim yapmayı bilip bilmediğimizi sormalıyız kendimize. Aslında, yetiştirilirken, ne evde ne de okulda, bize doğru seçim yapmayı öğretmiyorlar. Anne ve babalarımız da bu anlamda yetiştirilmedikleri için, genelde onlar da bu konuda pek bir şey bilmiyorlar ve onlardan doğru örnekleri alamıyoruz.
Ailelerin parçalandığı gerçeğini görmemize rağmen, henüz okullarda aile konulu dersler okutulmuyor.Halbuki ailenin ne olduğu, aile içi ilişkilerin nasıl olması gerektiği ve nasıl çocuk yetiştirileceği konuları, kişisel mutluluğumuz için en temel konular ve kendi başına bir bilim alanı. Üstelik aile olmadan varlığımızı sürdürmemiz de mümkün değil. Aile konusunda eğitim almamakla neler kaybettiğimizi bir düşünsek! Ya da böyle bir eğitim almadığımız için ne tür sorunlarla uğraşmak zorunda kaldığımızı bir düşünsek! Günümüzde, bir insana nasıl olsa unutacağı Newton kanunu gibi birçok kanun ve bilgiyi öğretiyoruz, ama yaşamını en çok etkileyen bir konu hakkında onu bilgilendirmiyoruz. İnsan ilişkilerinin bilimi, en önemli bilim. Peki, neden bu konuya hiç kafa yormuyoruz?
Geçmişte, egolarımız günümüzdeki kadar büyük değildi. “Nasıl doğru seçim yapabilirim?” gibi sorular sormuyorduk. İnsanlar ailelerinin bulduğu biriyle evleniyorlardı ya da kendileri bir eş buluyorlardı. Bugün ise, insanlar birçok sene birlikte yaşadıktan sonra evleniyorlar ve evlenir evlenmez de birbirlerine daha fazla dayanamayacaklarını fark ediyorlar. Çok çelişkili bir durum! Sebebi basit: Egoları, birbirlerine mecbur oldukları düşüncesine tahammül edemiyor.
Eğer evlilik imzası onları birbirlerine mecbur kılmasaydı, egoları, ‘‘İstediğim an terk edebilirim’’ düşüncesiyle beraberliğe tahammül edebilirdi. Fakat ego, belli bir çerçeve ile sınırlandığı hissine kapıldığı an, tahammülsüzlük kendini gösteriyor. Dolayısıyla, öncelikle ilişkilerin düzelmesini sağlamamız gerekiyor. Bunun da tek yolu, en azından bir nesli doğru yetiştirmektir.
Eğer kişi, sağlıklı ilişkiler içinde olan bir aile yapısını tanırsa, aile kurmanın kendisi için yararlı olduğunu anlarsa, hiçbir sıkıntı duymaksızın, aile hayatı yaşamak isteyecektir. Aslında hepimiz, zevk alma arzusundan ibaretiz. Bu arzu, bizim doğamızdır ve temelde bencildir. Eğer birbirimizi hoşnut etmenin yolunu bilseydik, eşimizden ya da ailemizden ayrılmayı kesinlikle istemezdik. Tek yapmamız gereken, bunun nasıl yapılabileceğini öğrenmektir. Ancak, bunu öğrenmek yerine, bugün birçok kişi eşleriyle anlaşamadığı zaman ayrılıyor. İnsan, başkalarını bulabilirim ve belki de çok daha iyisini bulurum diye düşünüyor.
Anlaşmazlık aşamasında, kişinin yardım alması gerekir. Aslında anlaşmazlıkların çözülmesi için basit bir öneriyi deneyebiliriz: ‘‘Birlikte bir şeyler yapmaya başlayın. Birlikte yapabileceğiniz herhangi bir şey olabilir. Birlikte bir şeyler yapmaya başlarsanız, zorlukları birlikte aşıp, ortaya bir şeyler çıkarırken, birbirinizi keşfetme ve güçlü bağlar kurma şansınız olacaktır.’’
Fakat kadınlar ve erkekler, sorunlara birlikte çözüm getirmek için pek nadir bir araya gelmektedir. Halbuki, kadın ile erkek arasındaki problemlerin kökünden çözülmesi, bütün diğer problemlerin de çözümü olacaktır. Çünkü yaşamımızın temelini bu ilişki oluşturur.
Kadını, yaşamın temeli olarak görmek, en önemli problemlerimizi ortadan kaldıracak bir yaklaşımdır. Gerçekten de, bu yaklaşımı benimsememiz, kadınları dinlemeyi öğrenmemiz,  kadınların doğasında var olan güçleri anlamamız, tüm sorunlarımızın doğru şekilde çözümüne olanak sağlayacaktır.

16 Haziran 2012 Cumartesi

İÇSEL VE DİŞSAL GÜZELLİK(kadın ve erkek)



Bildiğiniz gibi, güzellik, içte ya da dışta olabilir. İnsanlar uzun süre birlikte yaşadıkları zaman, dışsal görünüme dikkat etmez hale gelirler. Esas, birbirlerinin içini, özünü görmeye başlarlar. Hatta bu durumda, dış görünüşe odaklanmak zor hale gelir. Karşınızdaki insan, tüm özellikleriyle bir bütündür, onu “içten” gelen bir şekilde seversiniz. Bu durum, bir annenin çocuklarını ne olursa olsun güzel bulması gibidir. Çünkü anneler, çocuklarını her halleriyle severler.
Bir insanın dış görünüşü nasıl olursa olsun, içi güzel ise ve siz bunu keşfetmişseniz; o iç güzelliğe bağlanmış ve yakınlaşmışsanız, dış görünüş önemini tamamen yitirir. Kadınlarda gözlemlediğimiz durum budur: Bir adamı seviyorlarsa, dış görünüşüne bakmazlar bile…
Erkekler ise bu konuda sorunludur. Onlar için, bedenin görüntüsü, neredeyse her şeydir. Kadınlar için öyle değildir; onlar erkeğin içsel niteliklerine bakarlar. Bir kadının içsel niteliklerinin, bir erkeğe kıyasla ne kadar zengin ve üstün olduğunu, sırf bu özelliğine bakarak bile anlayabiliriz. Kısacası, erkek, güzellik söz konusu olduğunda, dış güzelliği dikkate alır.
İyilik, güzellik ile eş anlamlı sayılır. Bir insan, egoizmini aştığında, diğerlerine karşı iyi olur. Onun iyiliği, etrafındakiler tarafından algılanır. Onun farkına varırsınız ve ona sevgi duymaya başlarsınız. Ona yakın olmak istersiniz. Güzel bir kadın gördüğünüzde yine bakarsınız, ama bu, bir vitrin mankenine bakmak gibidir. Esas olan, içsel temastır.
Erkeklerin, referans noktalarını değiştirmeye doğru yönlendirilmeleri gerekir. Bugün herkes, fazlasıyla dışsallığa odaklanmış durumdadır. Ancak içsel kriz, gerekli değişimi yapmamız için bize yardımcı olacaktır. Bizi, insanın içini görmeye ve dikkatimizi öze vermeye zorlayacaktır.

ÇIKIŞ YOLU İNTEGRAL EĞİTİM


Bir insanı nasıl değiştirebilirsiniz? Onun dünyaya bakışının, dünyayı algılayışının, anlayışının, doğada bütüncül olan diğer tüm sistemler gibi bütüncül olmasını nasıl sağlayabilirsiniz?
Eğer biz insanlar dünyaya bütüncül bir anlayışla yaklaşabilirsek, ancak o zaman birlikte doğru yönde hareket edebiliriz ve bir uyum içinde var olabiliriz. Ancak o zaman ilerleme umudumuz olur; krizler olmadan, insanlık için doğru olan yönde gelişiriz. Bunun gerçekleşebilmesi için, tamamen yeni bir eğitim anlayışı gerekmektedir ve ancak bu yeni eğitim anlayışı ile insanın değişimi sağlanabilir.
Öncelikle, insanların bütüncül bir yaklaşımla eğitilmesi gerekir, yani onlara, insanlık tarihine dair ve insanlığın bugünkü mevcut durumuna nasıl ulaştığına dair yeterli derecede, gerekli bilgi ve açıklama verilmelidir.
Bu bilginin aktarılmasından sonra, eğitimin kendisi mümkün olur. Eğitimin amacı, kişiye belli davranışları öğretmektir: başkalarıyla olan ilişkilerinin ne derece iyi olduğunu hissetmek, ilişkilerinde karşılıklı anlayışı ne kadar sağladığını, ne kadar doğru kararları aldığını hissetmek, kendine dair tamamen yeni bir algıda olmak, toplumu ve doğayı yeni bir şekilde hissetmek. Böylelikle kişi, içinde bulunduğu global, integral sisteme dair genel resmin tamamını hissetmeye başlayacaktır.
Önümüzdeki dönemde bu bilgiyi insanlara aktaracak ve öğretecek kişilere ihtiyaç olacaktır. Bu eğitmen kişilerin, bu koşullardan öncelikle kendileri geçmesi gerekecektir: önce bilgiyi almalılar ve sonra pratik uygulamalarla integral eğitimin onlarda yaptığı değişimi hissetmeliler. Ancak kendilerinde bu değişimi hissettikleri zaman, onlar da bu eğitimi diğer insanlara verebilirler. 
Şimdi bir hayal kuruyorum: Eğer tüm dünyada, tüm ülkeler, her dilde, böyle bir eğitimi uygulama kararı alsa ve uygulasa… İşte, o zaman insanlar, insanlığın doğru yönde, doğayla uyumlu şekilde gelişmesini sağlamak üzere değişeceklerdir.
Umarım bu hayalin bana verdiği umudu ve heyecanı sizler de paylaşırsınız…