Bugün, bir dostumun
facebookda paylaştığı bir yazıyı kendisinin de izniyle sizlerle paylaşacağım. Dostumun
sözleri beni çok etkiledi. Sizleri de etkileyeceğinden eminim.
“Dün, 90 yaşındaki babam beni aradı, çok sık yapmadığı
bir şey, İngiltere’den Hindistan’a, dolayısıyla beni biraz şaşırttı ve onun
numarasını görmek, kötü bir şey olacağına dair içimi ürpertti. Bana, doktorunun
biraz evvel, kemiklerine kanser girdiğini, daha fazla acısının olacağını ve
gerekirse daha güçlü ağrı kesici istemesini bildirdiğini söyledi.
Babam, kanserin ilerlemesinden bahsetti ve kanser
olmanın ne kadar ilginç bir deneyim olduğunu söyledi. Ben de olmak için
sabırsızlanıyorum, dedim ona. Evet dedi, bu beni bir süre sessiz bıraktı.
Böyle anlarda, duygular çok güçlüdür ve egemendir,
düşüncelerin gevezeliği susar ve geriye kalan, yoğun his ve duyguların zamansız
dakikalarıdır; bu hayattır, bu hayattı, birisini nasıl bu kadar çok özleriz.
Çocukluk ve gençlik
yıllarımın çoğunda, babamdan korktum ve ondan nefret ettim, çünkü hayatımı
amansız bir cehennem yapmıştı, fakat şimdi iyi şeyleri, komik anları, binlerce
tartışma ve dramının anısını takdir edebiliyorum ve hepsi ne kadar da
önemliydi, gerçi sanırım bir anlamda da hiç önemi yoktu. Şimdi bu adamı, babamı
seviyorum. Her zaman dünyanın kötülükleri ile derinden ilgilenmesine rağmen,
uzun süre etrafındaki insanlarda yoğun stres ve acıya neden oldu.
Zihnimi babamı özlemeye
hazırlanırken buldum; babamla ilgili iyi hissetmek istiyordu ve başarmak, her
şey bu şekilde gitsin, her şey çok iyi olsun diye. Onca yıldan sonra, aramızda,
kelimelere ihtiyaç duymayan bir anlaşma var ve bu benim için çok değerli ve
zaman içinde öğrendiğim gibi, gerçekten hiç önemi yok. Güler yüzlü, neşeliydi
ve ben de öyleyim. Zor bir yol, sevgiye dair öğrenmek için.”
Bu paylaşımı üzerine,
birçok dostu onun bu konuda bu kadar açık oluşunu takdir etti. Onun açıklaması
şöyleydi:
“Kimseye böylesi şeyleri söyleyemediğim ve açığa
koyamadığım bir zaman vardı. ‘Aile meseleleri’nden (ağır olan türden) veya bizi kötü bir ışıkta bırakabilecek
herhangi bir şeyden bahsetmemek üzere çok katı biçimde yetiştirilmiştim ve ben
bu sınırlayıcı kuralı tamamen benimsemiş ve ona uymuştum. Biz korunmasız
yabancılardık ve potansiyel düşmanlar olsun istemiyorduk ve onlar sadece bizim
hayal gücümüzde değillerdi, asılsız cephane değillerdi. Göçmendik ve açıkçası dünyaca topluma mal
olmamıştık, popüler değildik, hatta hoş karşılanmıyorduk. Sosyal karışıklığın
olduğu zamanlarda, bazen kendimizi toplumun kuşatması altında ve ezilmiş
hissediyorduk, daha sonra bir şeyler olabilir korkusuyla bunun hakkında asla
açıkça konuşmadan beklerdik.
Aileyle ilgili ya da kişisel konulardan bahsederken kendimi bu sessizlik
kuralından özgürleştirmek çok vaktimi aldı. Yol boyunca bir yerlerde öğrendim
ki gizlilik, bizleri kendi canımızın yanmasında
işbirlikçi yapabilir. Gerçekten bizi özgürleştiren şekilde düşünmemiz ve davranmamız
gerekir… ve zaman içinde, eğer kader lütufkârsa, bizi ezen kişiyi bile aydınlatır
ve özgürleştirir.
Burada facebook
yazısında konuşuyorum çünkü hepimizin çok benzer olduğunu, çok güçlü şekilde
hissediyorum ve bunu başkalarının ve dostlarımın fark etmesini derinden takdir
ediyorum. Gerçek ve görünürdeki çeşitliliğimizin altında, o kadar benzer
şeylerle uğraşıyoruz ki. Tüm farklılıklarımızın altında, tamamen kırılmaz bir
birlik var ve o bizi birlikte tutuyor ve bize yaşamla uğraşma, her şeyle
uğraşma gücünü veriyor.
Aile ilişkilerim,
hayatımda en zor ve uğraştırıcı olanlar arasındaydı. Ailelerde herkesi çok iyi
anlarız, yanlış anlarız ve beğeniriz ve severiz ve nefret ederiz ve
destekleriz… ve asla öyle niyet etmesek de birbirimizi kırarız. Birlikte,
korkunç sınırlanmışlıklarımız ve cehaletimiz ile, birbirimize hayatı berbat
ederiz. Bazılarımız asla öğrenmez. Bazen hissederim, ben gerçekten benim, gerçi
kim bilir. Yolculuklarımız eşsiz ve çok ve yolculuklarımız bir.”
Bu güzel açıklamanın
ardından, bir dostu sordu: “Elde ettiğimiz kişisel özgürleşmeleri çocuklarımıza
nasıl aktarabiliriz? Aslında, sadece, gelişimi gelecek nesillere bir şekilde
aktarabildiğimiz zaman, bu edinimler gerçekten çalışır, değil mi?”
Onun cevabı şuydu:
“Biz ne isek, çocuklarımıza bunu geçiririz. Burada pek fazla hile
yapamayız. Bizim gibi insanlar, bakış açılarımız ve değerlerimiz hakkında
konuşmadan pek duramaz ve çocuklarımız bunların hepsini içlerine alırlar. Çoğumuzun
olduğu, her zamanki iki yüzlü yetişkin olup olmadığımızı anlamak üzere… ya da …
yaşamlarını ve dünyalarını, yaşamak için daha güvenli ve rahat bir yer yapmak
için benimseyebilecekleri değerli bir şey olup olmadığını anlamak üzere,
bunları bizim realitemize karşı dikkatlice kontrol ederler.
Tutkularımız alev aldığı zaman, buna tanık olurlar ve bunu, eğer
seçerlerse, kendi zamanlarında, kendi biçimlerinde takip edebilirler. Biz,
eğitimde ve olgunlaşmada, muhtemelen hayal ettiğimizden daha az önemliyiz.
Senin ve benim gibi, onlar da istediklerini yaparlar ve o zamanda olan, kendi duygu ve düşüncelerine
uyan şekilde olurlar… ve hepsi bir anda değişebilir.
Onlar dost gezgindirler ve sonuçta, hayatta kalmalılar ve her şeyi kendi başlarına yapmalılar. Biz, kendi kararsız konumlarımızdan, sadece onları cesaretlendirmek üzere seslenebiliriz, fakat bundan daha fazlasını yapamayız. Eğer aileden, dostlardan veya bir yerlerden koşulsuz sevgi hissederlerse, o zaman daha güçlü olacaklardır. Koşulsuz sevgiyi koşulsuz tutmak çok kolay değildir, fakat bize gerçekten ulaşan ve ihtiyacımız olanı veren tek tür sevgi odur. Yeni doğan bebeğine kendini düşünmeden sevgi veren bir annenin hissettiği türden, yeni doğan bebeği ona rahatsızlık ve acı vermiş olsa da.
Dostluklarımızı ve ilişkilerimizi daha iyi hale getirebiliriz, yavaş yavaş sevgimizin koşullarını fark etmemizi sağlarız ve onları bırakırız, ta ki yapabildiğimizce koşulsuz olana, koşullar bize yapışmayana kadar. İşte, olmaya değer bir şey.”
Bence de olmaya değer bir şey; koşulsuz sevgi… Hepimize nasip olması dileğiyle….
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder