Eğer insan gelişimini
incelersek, görürüz ki insan tamamen arzuları sayesinde, zaman içinde daha da artan
arzular duyarak gelişmiştir.
İlk başlarda küçük arzularımız
vardı. Basit bir köylü olmak yeterliydi: Birkaç inek, yiyecek bir şeyler
üretmek için bir parça toprak, bir eş ve çocuklar. Arzu küçüktü.
Sonra arzu büyümeye başladı. Mallarımızı
pazarlarda ve şehirlerde satmaya başladık. Karşılığında daha iyi kıyafetler ve
daha önce olmayan mallar almaya başladık. İnsan şehre vardı, toprağı işlemek
içim mucizevi bir araç gördü ve onu elde etmek için daha fazla çalıştı. Ya da
önce birinden borç aldı ve sonra ürünü satınca borcunu ödedi. Makine sayesinde
daha fazla ürün almış ve daha fazla kazanmıştı. Böylece aramızda daha sıkı
bağlar oluşmaya ve gelişmeye başladı. Egomuz büyüdü ve gelişmemiz için bizi
itti.
İnsanlığın genel hikâyesi budur
ve tamamen insanın gittikçe gelişen arzusu üzerine kuruludur: Hep daha
fazlasını isteriz, fakat niye? Arzumuz daha fazla büyür. Neden olduğunu bilmeyiz
ama birden daha fazla bir şey istediğimizi hissederiz ve sonra daha fazlasını…
Başkalarına bakarız ve herkesin bir şeyleri arzuladığını görürüz. Onları takip
ederiz çünkü içimizde kıskançlık, hırs ve kontrol etme isteği vardır. Onlardan
bize faydası olan şeyleri almak isteriz ve onlardan aşağı olmak istemeyiz. Ne
de olsa kendi egomuz var ve kaybettiğimizi hissetmek istemeyiz. Daima kazanmak
isteriz.
İnsan
gelişimini bu şekilde düşünürsek, bizi ileriye götüren şey budur. Her zaman
etrafımıza bakıyor ve başkalarından öğreniyorduk. Aramızdan bazılarının düşünce
ve hayal gücü vardı; arzularımızı tatmin edecek şekilde teknoloji, ekonomi, tıp
gibi alanlarda keşif ve icatlar yaptılar ve bu şekilde geliştik.
Zamanı
geldiğinde, savaşlar açtık, yeni alanlar ve milletler fethettik. Sonra yeni
kıtalar keşfetme, teknolojiyi ve ticareti geliştirme zamanı geldi. Sonra uzaya
gittik ve gelişmeye devam ettik ta ki kendimizi bir çıkmaz sokakta bulana
kadar. İnsanlık, 50-60 yıl önce, bunu hissetmeye başladı.
1960’lardan
başlayarak, insanlar, çevre bilimleri, toplum ve insanlığın içinden geçtiği
süreçle uğraştı. Bizi, bir çıkmaza geldiğimize
ve yerimizde saydığımıza dair uyardılar. Bize bir şeyler olmuştu, daha
fazla nereye doğru gelişeceğimizi göremiyorduk.
O
zaman, uzay programı bir şekilde bize bu durumu unutturdu. Fakat uzay programı
bile çabucak son buldu. Dünyanın etrafında bir kez daha uçsak ya da aya yeniden
gitsek ne olurdu, bunu zaten yapmıştık… peki sırada ne vardı? Gördük ki bu
çabalar pek fazla yardım etmiyordu. Tüm umutlarımıza ve rüyalarımıza rağmen uzayda
bir yerlerde başka yaşamlar, uzaylı yaratıklar bulmayı başaramamıştık.
Ve
işte şimdi burası boşluğa vardığımız nokta. Gidecek başka bir yerimiz olmadığı noktaya
kadar geliştik. Geleceğe dair herhangi bir proje göremiyoruz. İç doğamız ve
aynı zamanda dış doğamız, yani çevremizde hissettiğimiz dünya, artık bize
kendini açmıyor.
Peki,
insan gelişiminin sonuna mı geldik? Yoksa bu yeni bir başlangıç zamanı mı? Şimdiye
kadar bizi bu noktaya getiren tüm arzuların ötesinde, yepyeni bir arzuyu
edinmenin zamanı: Gerçek insan doğamızı keşfetme arzusu… Bencil egolarımızın
ötesinde var olan insan niteliklerimizi açığa çıkarma arzusu… Doğayla denge
içinde, birlik içinde var olma arzusu…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder