23 Ağustos 2012 Perşembe

Krizin nedeni anlamak


Bugün dünya öyle bir krizin içinde ki onun sayesinde para, güç ve teknolojik gelişim için duyduğumuz sınırsız arzunun bizleri nasıl bir tuzağın içine düşürdüğünü ve bizi nasıl yoldan çıkardığını fark etmeye başladık. İnsanlık öyle bir duruma geldi ki gerçekten ihtiyacı olmamasına rağmen sürekli daha fazla üretiyor ve daha fazla tüketiyor.
Fakat artık doğa bizi sıkıştırmaya başladı, denge içinde tek bir aile gibi yaşamaya başlamamız gerektiğini bize gösteriyor; sadece temel ihtiyaçlarımızı karşılayarak ve hiçbir gereksiz ve aşırı tüketim yapmayarak. Bu demektir ki sonunda mantıklı ve duyarlı bir tüketim seviyesine geleceğiz. Tabii ki her insanın giysiye, yiyeceğe, tıbbi bakıma, güvenliğe ve bir işe ihtiyacı vardır. Fakat bu durum, kişinin sürekli olarak her tür reklamı izleyip, başkalarının çıkarı için olan anlamsız ürünleri alıp tüketmesini gerektirmez.
Bu bilinçsizce tüketimin bir sonu olmalı. Kriz ile küresel üretimin yavaşlamaya başladığını zaten hissediyoruz. Sonuç olarak birçok insan işini kaybediyor. Tüm dünyada her geçen gün işsiz sayısı artıyor ve bu durum böyle devam edecek gibi.
Kriz, aile için de farklı bir süreç başlatacağa benziyor. Muhtemelen kadınlar zaman içinde iş hayatından eve dönecekler. Erkekler de evde daha fazla zaman geçirmek zorunda kalacaklar. Böylece anne ve babanın bu çılgın koşuşturması son bulacak ve evdeki yaşam, bugün eksikliğini çektiğimiz dengeye gelecek. Aile daha dengeli ve dingin bir yapıya sahip olacak. İnsanlar kendi içsel gelişimleriyle meşgul olacaklar ve doğa ile dengeli bir hayat yaşayacaklar.
Bunun gerçekleşmesi için öncelikle toplum içinde daha iyi ilişkiler oluşturmalı, kendi ilişkilerimizde bir dengeye ulaşmalıyız. Biz içsel olarak değiştikçe, dışımızda da ahenk olacaktır. Böylece daha dingin, sabırlı ve hoşgörülü olacağız, ailelerimizi bu tür ilişkiler üzerine nasıl kuracağımızı öğreneceğiz. Herkesin özgür olduğu ama içsel olarak birbirine bağlı olduğu bir ailede yaşamayı öğreneceğiz. Böyle bir ailede çocuk sahibi olmak isteyeceğiz ve çocuklarımıza yeni dünyaya uygun, doğru eğitimi nasıl vereceğimizi öğreneceğiz.
Henüz insanların çoğu bunu anlamamış olabilir, ama eski dünyamız zamanını doldurdu. Yeni dünyada ise eski dünyanın yaklaşımları geçerli olmayacak. Eskisi gibi para, mevki ve moda peşinde koşarak tatmin olmayacağız. Günümüzde tüm bu koşuşturmalara rağmen hissettiğimiz boşluğun ötesinde ne olduğunu keşfedeceğiz ve içimizde bir ahenk sağlayacak şekilde tatmin olacağız, yani daha içsel bir realiteyi, doğada mevcut olan ahengi hissetmeye başlayacağız. Bunu ise ancak diğer insanları düşünerek ve onlarla ortak sorumluluğa dayanan bir ilişki kurarak sağlayabiliriz.
Hiçbirimiz gerçekten tatmin olmanın ne demek olduğunu henüz hissetmedik. Para, onur, güç ve bilgi peşinden koşarak kendimizi tatmin etmeyi başarabildik mi? Hiç durup şöyle dediniz mi: “Şimdi mutluyum ve başka hiçbir şey istemiyorum.” Böyle bir an hiç olmadı. Daima koşmaya devam ediyoruz ama yine de kendimizi tatmin edemiyoruz.
Aslında yeni bir varoluş seviyesine çıkmak üzereyiz. Bu yeni seviyede kişi neden zevk alır, ne ile tatmin olur? Ancak birbirimizle doğru ilişkiye geçtiğimiz zaman tatmin olacağız çünkü ancak aramızdaki doğru ilişkide doğanın bütünlüğünü keşfedebiliriz. Bu bütünlük hissi, şu ana kadar tanımadığımız gerçek sevgidir. Diğer insanlara olan iyi yaklaşımımdan ve onlara duyduğum sevgiden keyif alacağım . Eğer herkes birbirine bu şekilde davranırsa, herkes sevgi hissiyle dolacak.
Buna ulaşmak için aslında çok az şey gerekiyor: sadece bunu nasıl yapacağımızı öğrenmek. Bütünsel yaklaşıma sahip bir eğitim sistemi ise bunu herkese öğretebilir.

insanlar arasındaki ilişkilerde kriz


Dünyanın şu an yaşadığı genel kriz durumu, tüm dünyayı her alanda etkilemekte. Ancak henüz bu konuya pek dikkatimizi vermiyoruz, çünkü dünyaya bakışımız henüz bütünsel bir yaklaşım kazanmadı. Dolayısıyla, toplumu etkileyen ekonomik alan dışındaki alanların nasıl bir kriz sürecinden geçtiğini anlayamıyoruz. Halbuki kriz, tüm doğayı, bitkileri ve hayvanları da etkilemekte. Her gün birçok canlı türünün yok olduğunu öğreniyoruz.
Kriz yine de en çok insanlar arasındaki ilişkilerde hissediliyor. Bunu kendimize, kendi ilişkilerimize baktığımızda da hissedebiliriz. İnsanlar arasındaki etkileşim, yaşamlarımızın temel belirleyicisidir. Ancak, günümüzde birbirimizi doğru şekilde anlamayı bıraktık ve birbirimizden koptuk. Bu yüzden de herhangi bir sorunu çözmemiz gerektiğinde, ilişki kurabileceğimiz ortak noktaları bulmayı beceremiyoruz artık.
Gittikçe büyüyen bencilliğimiz, aslında bütünsel yaklaşıma sahip çözümleri, ortak etkileşimi, karşılıklı katılımı ve ortak ilişkiyi gerektirmekte. Öncelikle aramızda birlik sağlamamız ve bu birliğin sonucu olarak yeni fikirler, yeni yaklaşımlar ve çözümler oluşturmamız gerekir. Fakat bunu yapmıyoruz, hiçbir alanda birleşmiyor, aramızda birlik sağlamak için çabalamıyoruz. Bu birlikten kaynaklanacak hiçbir idari çözüm üretmiyoruz. Eğitim konusunda birçok yeni plan yapıyoruz ama bu planlar aramızdaki birlik hissinden kaynaklanmadığı için, olumlu sonuçlar elde etmiyoruz. Bizi etkileyen çevreye bakarsak, seyrettiğimiz televizyon programlarının, filmlerin, dizilerin hiçbiri, aramızdaki birlik anlayışından çıkmıyor. Dolayısıyla, içinde yaşadığımız toplumu daha da parçalayarak, yanlış değerleri sunarak ve bu değerleri teşvik ederek, bu topluma büyük zararlar vermeye devam ediyoruz.

Yaşamın her seviyesinde, her sorunun temelinde insan bulunur. Yine de sorunu, insanların değişimini sağlayarak çözmek yerine, geleneksel yöntemler kullanarak çözmeye çalışırız, yani ya polis gücüne ya da paraya dayanan, “ya zorla yaptır ya da özendir” yaklaşımını kullanırız. Ancak, bu davranış kalıbı artık işlememektedir. Bencilliğimiz artık buna tepki vermemektedir.

Egomuza başka şekilde davranabilirdik, sirkteki ayının şeker yerine bal alması gibi, fakat egomuz için bu yeterli değil. İçimizdeki “ayı” artık bu koşullarda oynamayı reddediyor, tamamen yeni bir yaklaşıma, yeni bir etkileşim sistemine ve yönetime ihtiyacı var; gerçi henüz bilinçli olarak bunun farkında değiliz.  Aslında kriz, içinde bulunduğumuz güçler sistemini anlamıyor olmamızın bir sonucu.

Tabii ki yaşamlarımızda en temel şey aile. Dünya genelinde aile yapısının kayboluyor olması, yeni nesil için örnek oluyor. Bu durum henüz bize çok vahim görünmüyor olabilir: “Ne yani… yedi milyar insan yerine iki milyar oluruz. Bunun nesi kötü?” Ancak, bu yaklaşımın sorunu çözmeyeceğini anlayamıyoruz. Ne yazık ki insanlar gittikçe “barbar” hale geliyorlar. Etraflarında olan her şeyi büyük bir duyarsızlıkla kabul ediyorlar.

Yüzyıllar öncesindeki insanların barbar olduklarını düşünürüz, fakat o gerçek barbarlık değildi, daha ziyade insanlığın bir gelişim aşamasıydı. Bugün ise, insanlık mümkün olan tüm kültürel değerleri edindi, bu değerleri tüketti ve bir kez daha bu değerlere rağmen barbarlaşıyoruz. Bu oldukça farklı bir durum: ciddi bir yozlaşma, bir çöküş. Dolayısıyla, insanlığın böylesi bir noktada gerçekten bütünsel yaklaşıma dayanan bir eğitim sistemine geçmesi ve onu uygulaması kaçınılmaz.



21 Ağustos 2012 Salı

KADIN VE ERKEĞİN DOĞASI


Doğa, hem kadına hem erkeğe farklı roller vermiştir. Bu farklı roller aracılığıyla kadın ve erkek birbirini tamamlayı öğrenir ve özlerindeki birliğe kavuşurlar. Ancak günümüzde, aramızda birliği sağlamamız için doğanın bize verdiği bu rolleri benimsemek ve uygulamak yerine, kadınlar erkeklerin rolünü, erkekler de kadınların rolünü üstlenmekle uğraşıyorlar. Dolayısıyla, doğadaki dengeleri bozan bu yaklaşım yüzünden, kadın ve erkek birbirini tamamlamak ve bir olmaktan ziyade, gittikçe birbirlerinden uzaklaşıp, ayrılıyorlar. Birbirini tamamlamayı öğrenmek yerine, büyüyen egoları tatmin etmek adına, birbirine olan üstünlüklerini ispatlamaya çalışıyorlar. Sonuçta, bugün birçok ilişkide yaşanan iletişimsizlik, kopukluk, anlaşmazlık gibi sorunlarla baş başa kalıyorlar.    
Doğa, kadına ev kurma niteliğini vermiştir. “Ev” kadının alanıdır. Kadın, ev ile ilgilenme, evi düzenleme ve aileyi idare etme becerilerine sahiptir.  Hayvanlarda da durum böyledir. Birkaç istisnai örnek dışında, erkek hayvan çiftleşmeden sonra ayrılır. Dişi hayvan doğum yapar ve yavruya bakar. Doğa düzeni böyle kurmuştur.

Doğaya, doğamıza ne kadar yakın olursak, kendimizi o kadar rahat ve huzurlu hissederiz ve aramızdaki anlaşma da o kadar güçlenir. Doğanın bize verdiği nitelikleri bastıramayız. Zaman içinde toplumsal etkilerle bazı mutasyonlara uğramış olsa da, içgüdülerimiz değişmez. Moda olan yaklaşımlar, toplumun bize dayattığı davranışlar bunu değiştiremez.

Kadın ve erkek arasında roller doğru şekilde tanımlanmadığı ve doğru bir ilişki kurulmadığı sürece, toplumda sağlıklı aile birimi olmayacaktır, sadece olumsuz bir nüfus artışı olacaktır.   

Tabii ki burada önerilen, kadın ya da erkeğin belirli rollerle sınırlanması ya da bastırılması değildir. Tam tersine, doğadan öğrenmek ve mümkün olduğunca doğaya yakın ve doğayla dengede olarak özümüzün özgürleşmesini sağlamaktır.
Temelde, erkek ailenin geçimini ve güvenliğini sağlar, kadın ise ailenin bakımıyla ve çocukların eğitilmesiyle ilgilenir. Eğer kadın bunu yapmazsa, hiç kimse yapmayacaktır. Sonuçta, bir sonraki nesil şimdiki nesilden daha kötü durumda olacaktır. Dolayısıyla, kadının 9 – 6 çalışmasını değil,  ailesiyle sağlıklı bir şekilde ilgilenebilmesi için özgür olmasını sağlamamız gerekir.  

Bu demek değildir ki kadın ev ortamına hapis olacaktır. Tam tersine, kadın hangi yaşta olursa olsun, eğitim görmelidir. Hem çocuklarına hem de eşine eğitim konusunda örnek olmak, yardımcı olmak üzere, sürekli kendi bilgisini artırması, zenginleştirmesi gerekir. Anne, ailenin belkemiği olduğunu hissetmelidir. Böylece tüm aile, dünyaya, eğitime ve her şeye dair doğru yaklaşımı anneden öğrenebilir.

Sonuçta, doğanın yapısına göre, erkek her zaman kadının etkisi altındadır. Erkek bunun farkında olsa da olmasa da bu böyledir. Doğa böyle işler, çünkü yaşamda her şey anneden kaynaklanır.
Dolayısıyla, kadının seviyesini yükseltmek, onu eğitmek ve onun içsel olarak tatmin olmasını sağlamak çok önemlidir. Kadın tatmin olduğu zaman, onun bu olumlu duygusu tüm topluma geçecektir. Bu demektir ki kadın, kendi gelişimi, eğitimi konusunda ve aynı zamanda ailenin tüm fertlerinin eğitimi konusunda da aktif bir rol almalıdır. Kadınlar bu konunun önemini anlayıp, bu yaklaşımı benimsemediği ve uygulamadığı takdirde, insanlık yakın bir dönemde aile yapısını yitirecektir. Sağlıklı aileler ve huzurlu bir toplum istiyorsak, kadınların bu konuda bilinçlenmesi gerekmektedir.


14 Ağustos 2012 Salı

ORTAK AMAÇİ

2 kişi birbirlerine yaklaştıkça ilişkilerindeki sorunları keşfetmeye başlar.Ancak,ortak bir amaçları olduğunda her engeli aşabilirler.

13 Ağustos 2012 Pazartesi

HAYATIMIN BİLİMİ

                                                                                                           Tabiatın bütüncül yapısını anlayamadığınızdan dolayı bilimimizi farklı dallara ayırıyoruz ancak aslında sadece tek bir bilim mevcut.Dünyayı kurtaracak olan tek şey,insanlar arasında SEVGİNİN gelişmesidir.

9 Ağustos 2012 Perşembe

YENİ İLİŞLKİLER ''GLOBAL''SİSTEMİ


Bugün, insanın mutluluğu, çevresiyle olan ilişkisine, toplum içinde kendi doğru yerini bulup bulmamasına bağlıdır. Bunu sağlayacak koşullardan biri aile birimidir, fakat görüyoruz ki insan, özellikle de büyük şehir insanı, yavaş yavaş küçük aile birimini terk etmektedir.
Başlangıçta, hem erkek hem kadın için, tüm yaşam aileye bağlıydı, aile odaklıydı. Erkek sabahları işine gider, akşamları evine, ailesine dönerdi. Tüm yaşam bu döngü etrafında geçerdi. Fakat zaman geçtikçe, bu pastoral durum değişti. Evlerimizi daha geniş bir dünya için terk ettik, seyahat etmeye ve dünyayı görmeye başladık. Diğer yandan, dışarıdaki dünya da modern iletişim araçları sayesinde evlerimize girmeye başladı. Sonuç olarak, hepimiz endüstriyel, ekonomik ve finansal ilişkiler ile birbirimize bağlı hale geldik.
Şu an hepimizin, hem erkeklerin hem de kadınların, toplumun sağlıklı geleceği için, yitirmek üzere olduğumuz aile bağlarını yeniden canlandırması gerekiyor. Ancak, bu bağlar eski yapıları aynen tekrarlamak amacıyla değil, insanlığı yeni bir varoluş seviyesine çıkarmak amacıyla kurulmalıdır.
Bunun gerçekleşmesi için, hepimiz kendimizi incelemeliyiz: Nerede yaşıyoruz, hangi koşullarda yaşıyoruz, kendimizi nasıl bir dünya içinde buluyoruz? Neden belli süreçler dünyada yer alıyor? Ne yapmamız gerekiyor? Doğa bizi hangi şekilde ileri götürüyor?
Sonunda, bir zamanlar dünyaya doğru yola çıkan, ev ve aile bağlarından özgürleşen insanoğlu, artık gerçek anlamda özgür ve bağımsız olarak eve geri dönecek. Bir kez daha, sakin ve yavaş tempolu bir yaşama geri döneceğiz, ancak birbimizle ilişkilerimiz farklı bir biçimde olacak. Birbirimize yaklaşımımız, hem aile içinde hem de dünyadaki tüm insanlar arasında,  dünyanın iyiliğine yönelik ortak bir anlayışa dayanacak.
Aramızdaki farklılıkların ötesinde, dünyanın iyiliği için birleşmek ne anlama geliyor, henüz yeni yeni anlamaya başlıyoruz. Dünyada son dönemlerde yaşanan toplumsal ve doğal olaylar, birbirimize ne kadar bağımlı olduğumuzu bize hissettiriyor. Küresel ve integral dünyanın koşullarına göre,  tüm ülkeler ve milletler arasındaki bağları nasıl kuracağımızı öğrenmeliyiz. Benzer şekilde, kendimize eş olarak seçtiğimiz kişiyle de nasıl bir ilişki kuracağımızı öğrenmeliyiz.
Birbirimizden farklı olduğumuzu görürüz, fakat kendimizi geliştirme arzusunda olduğumuz için, farklılıklarımızın ötesinde bir bağ kurmaya çalışırız. Böylelikle, kendimize çok farklı bir aile oluşturma fırsatı yaratmış oluruz; her iki eşin de daha hoşgörülü ve anlayışlı olduğu, neden bir aileye ihtiyacımız olduğunu ve ailenin neye benzemesi gerektiğini anladığı bir aile.
Hepimiz bir değişim sürecinden, oldukça da huzursuz bir dönemden geçiyoruz. Bu sürecin, “sevgi tüm hataları örter” yaklaşımına dayanan,  yeni bir aile yapısı oluşturmamızı sağlamaya yönelik olduğunu görebiliyor muyuz? Yeni ailede eşlerin amacı, sosyal bir gerekliliği yerine getirmek ve kişisel tatmin sağlamak değil, dünyanın ve insanlığın iyiliğine yönelik birbirlerini geliştirmek ve desteklemek olacaktır.


AİLEDEN TÜM DÜNYAYA YAYILAN BAĞ


Aile, yaşamda huzurlu, sağlıklı ve başarılı olmamız için temeldir. Dolayısıyla, aile birliğini sağlamak ve korumak önemlidir. Bu amaç doğrultusunda aile ilişkilerimizi düzeltmeye çalışmak, dünyayla olan bağımızı da güçlendirir.
Ailede yaşadığımız sorunlar sadece evli bir çiftin sorunu değildir. Bu küresel bir sorundur ve tüm insanlar arasındaki ilişkilerin bozukluğundan, yozlaşmasından kaynaklanır. Bu sorunu çözmediğimiz sürece, mutlu ve huzurlu yaşamlara sahip olmamız pek mümkün değil. Aile ilişkilerimizi düzeltmeye, geliştirmeye çalışmakla, dünyayla olan ilişkilerimizi de nasıl geliştirebileceğimizi öğrenebiliriz.
Bu süreç kadınlarda ve erkeklerde farklı olabilir. Kadın kendi tarafından erkeğe, erkek de kendi tarafından kadına baktığı için ve bu içsel bir çalışma gerektirdiği için, farklılıkları anlamamız zordur. Eğer karşı tarafın psikolojisini ve orada ne olduğunu anlamak için uğraşmaya başlarsak, bu sadece bizim aklımızı karıştıracaktır. Orada gerçekten ne olduğunu bilemeyiz.
Yapmaya çalışmamız gereken, birbirimizle doğru bir ilişki kurmak üzere sadece “sevgi tüm hataları örter” yaklaşımını benimsemektir. Bu, birbirimize karşı yaptığımız yanlışları – gurur, hırs, nefret, özensizlik, vurdumduymazlık - saklamak demek değildir. Hiçbir şeyi saklamayız.
Ancak, eğer bir şeylerin değişmesini ve yeni bir şeylerin oluşmasını istiyorsam, karşılıklı kavga sürecine girmemeli, eşimi ne kadar bencil olduğuna ve bencilliğini fark etmediğine dair suçlamamalıyım. Aslında, kişi bir başkasının zaaflarını, kötülüklerini değil, kendi bencilliğini görmektedir ve farkında olmadan bu durumu eşine yansıtır. Eşinde gördükleri ise kendine dair yansımalardır.
Hataların kendi içimde olduğunu fark etmek yerine, onları bir aynada görüyormuş gibi eşimde görürüm. Bunun böyle olduğunu fark ettiğimde, eşime karşı iyi, olgun ve pozitif bir yaklaşım geliştirme ve sevgi, hoşgörü ve ilgi gösterme ihtiyacını hissederim. Ancak, önceden birlikte karar vermemiz gerekir, yaşadıklarımızı bencil gözlerimizle gördüklerimizin, algıladıklarımızın ötesinde yaşayacağız diye.
“Sevgi tüm hataları örter”, gördüğüm kötülükleri sevgiyle örterim demektir. Eşimle birlikte yaptığımız ortak çalışmalar ve birlikte gösterdiğimiz ortak çabalar sonucunda, içimizde daha önceden bulunan ama aktif halde olmayan niteliklerimizi geliştirmeye başlarız: duyarlılık, anlaşma, onaylama, uzlaşma…  


Aile içindeki bağ


Aile içindeki bağ, eşler arasındaki bağ, hepimizin hayatında var olan en yakın bağdır.  Ancak, her ne kadar arzulasak da, aile içindeki ilişkileri düzenlemek üzere mucizevi reçeteler veya anında uygulanabilir tavsiyeler vermek imkânsızdır.
Geçmişte bu bir dereceye kadar mümkündü ama bugün artık değil. Günümüzde gerekli olan koşul, kişinin öncelikle, kendisiyle, etrafındaki kişilerle ve içinde yaşadığı dünyayla olan ilişkilerini düzeltmesidir. Kişi, ancak bu koşulu bilinçli bir şekilde geliştirdiğinde ve içinde yeni bir dünya olduğunu kavradığında, daha iyi ve daha olumlu olan yeni bir ilişkiler sistemini oluşturabilir. Böylece hayatını mutlu olmak üzere dönüştürebilir ve onu bugün saran sorunlardan özgürleşebilir. Ancak, bunu gerçekleştirebilmesi için kişinin yeni bir yaklaşıma, farklı bir eğitime, integral eğitime ihtiyacı vardır.
İntegral eğitim, kişinin bu anlamda değişimini sağlar ve bu değişim sürecinde kişiye rehber ve destek olur. Kişi, kendi değişimi ölçüsünde diğer kişilerle düzgün ilişkiler kurmaya başlar. Bu konu sadece evli olanları değil, aynı zamanda evli olmayanları da ilgilendirir. Evli olmayan kişiler de kendini rahat hissetmemekte, aile çerçevesine uymamaktadırlar.
Öncelikle anlamalıyız ki boşanmalar hiçbir sorunu çözmemektedir. Esas ihtiyacımız olan, tamamen yeni bir ilişkiler sistemi oluşturmaktır. Her zamanki davranış şeklimize devam edip, sonra da her şeyin yeni bir ailede farklı bir şekilde olacağını ummak çözüm değildir. Emin olabilirsiniz ki kişi kendini değiştirmediği sürece, yeni ailede de benzer sorunlar yaşanacaktır.
Günümüzde boşanmayla sonuçlanan evlilik örnekleri o kadar çok ki evlilik istemeyen kişi sayısı tüm dünyada gün geçtikçe artıyor. Başarısız bir evliliğin ne kadar çok sorun yaratabildiğini, insanları sağlık, zaman, para açısından ne kadar yıprattığını görüyoruz. Ancak evlenmemek, evlenme talebinde olmamak da sorunu çözmemektedir. Kişi, ilişkilerini düzeltmek üzere kendini değiştirmediği sürece, eşler arasında yeni bir ilişki sistemi oluşturulmasından bahsetmek mümkün değildir.
Eskiden, psikolojik destekle ilişkiler tamir edilebiliyordu. İnsan egosu günümüzdeki kadar büyük değildi, her şey günümüzdeki kadar tüketilmemişti. Bugün hiç kimse hiçbir konuda taviz vermek istemiyor, sadece kendini düşünüyor. Ancak bunun böyle olması insanların suçu değil; içinde bulunduğumuz bu süreç, insanlığın gelişiminde bir aşama. İnsanlar bu sürecin doğal bir sonucu olarak taviz veremiyorlar.
Öyle bir noktaya geldik ki kişi hayatı boyunca çocuk kalmak, özgürce istediği her şeyi yapmak istiyor. Erkekler  hiçbir şekilde kendilerini sınırlamak ya da bir şeye adamak istemiyorlar. Diğer yandan, eşlerinin birer anne gibi onları her konuda affetmelerini, onlardan hiçbir şey beklememelerini, onlar nasıl davranırsa davransınlar eşlerinin onları her daim sevmelerini bekliyorlar.
Erkeklerin ilişkiye yaklaşımı genel olarak böyle. Ancak, kadınların da evliliğe dair yaklaşımı değişmiş durumda. Artık kadınlar, ortada çocuklar olsa dahi, eşlerini değiştirmekten ya da tek başlarına annelik yapmaktan korkmuyorlar. Bugün, çocuğu olan bir anne, kısa sürede yeni bir aile kurabiliyor. Erkekler başkasının çocuklarını evlenmek için engel görmüyorlar. İlginçtir ki kendi çocukları olsun diye bir öncelikleri yokken, çocuğu olan bir kadınla rahatlıkla evlenebiliyorlar. Geçmişte ise, boşanmış ve çocuklu bir kadın için tekrar evlenmek oldukça zordu. Herkes kendi çocuğu olsun isterdi.
Bu gözlemlerden ortaya çıkan sonuç şu ki sadece bu döneme ait koşullar var ve yeni ilişkiler sistemini oluştururken bu koşulları dikkate almalıyız.


1 Ağustos 2012 Çarşamba

Hayatımızdaki en önemli şey aile ilişkilerimizdir


Aile içi ilişkilerimizin niteliği, toplumun diğer kesimleriyle olan ilişkilerimizi de belirler. Eğer yaşamın aile dışındaki birçok alanında başarılı olmak ve diğer insanlarla ilişkilerimizi geliştirmek istiyorsak, aile içi ilişkilerimizin sağlıklı ve olumlu bir yapıya sahip olması gerekir.
Aile, en küçük ve kişiye en yakın olan birimdir. Dolayısıyla kişi, kendisini aile ortamında kolaylıkla gözlemleyebilir. Eşiyle olan ilişkisini değiştirmeye çalıştığında, koşullarının da değişeceğini görebilir ve buna göre ortaya çıkan sonuçları tecrübe edebilir.
Doğanın gelişim için bir programı vardır ve dünya farklı çemberlerden oluşur. Küçük aile, yani evli çift, anne ve babaları, büyükanne ile büyükbabaları ve akrabaları içeren geniş aile, sonra tüm arkadaşlarımızı içeren daha geniş bir çember ve sonra yaşadığımız yer, şehir, ülke ve kıta.
Dünya, denize bir taş attığımızda yayılan dairesel dalgalar gibi, bu ortak merkezli çemberlere ayrılmıştır. Tüm bu çemberlerin merkezi, çekirdek aileyi oluşturan çifttir. Bu yüzden, eğer aile ilişkilerini doğru şekilde oluşturabilirsek, bu temel bize diğer her tür ilişkiyi oluşturmamız için de yardımcı olur.
Eğer kendimi nasıl değiştirebileceğimi bilirsem, eşimle yeni bir ilişki biçimi oluşturabilirim. Eşim en yakınımda olan kişidir ve bendeki değişime göre tepki verir. Onunla olan ilişkimi oluştururken, çevremdeki diğer kişilerle de nasıl iyi bir ilişki oluşturacağımı öğrenebilirim. Bu süreç, kişinin aile dışında bulunduğu diğer ortamlarda da başarılı olmasını sağlar. 
Farkında olmayabiliriz ama hayatımızdaki en önemli şey aile ilişkilerimizdir. Aile ilişkileri, kişinin paraya, saygınlığa, güce, yaşamda genel bir başarıya ve iyi bir sağlığa sahip olup olmama durumunu belirler. Toplum içinde,  en yakınımızda olandan en uzağımızda olana kadar her şeyi, tüm sosyal ilişkileri tanımlar, hatta ülkeler arasındaki ilişkileri bile.
Eğer kendimizi doğru şekilde kontrol etmesini bilir hale gelirsek ve böylece diğer insanların iyi yaklaşımını sağlarsak, o zaman çocuk parkında kavga eden çocuklar gibi görünmeyiz. Ülkelerin bugün içinde bulunduğu bu bulanık ve karışık tablo, tamamen farklı bir görüntü alır.
Aslında her şey, kişinin kendisini ne kadar değiştirebildiğine bağlıdır. En uygun ve olumlu değişim ise, ailemizi ve aile ilişkilerimizi dikkate alırsak mümkün olabilir.




“Ego”.


Dünyayı ve kendimizi nasıl algılıyoruz? Genelde dünyanın yanlış ve bozuk olduğunu, kendimizin ise doğru ve haklı olduğunu varsayıyoruz. “Benim için iyi olan nedir” diye düşünüyoruz ve her şeye “onu kendi yararıma nasıl kullanabilirim” diye yaklaşıyoruz. Doğal olarak sadece tek bir şey için endişe duyuyoruz: “Kendimi nasıl daha iyi hissedebilirim?”
İçimizde devamlı aktif olan bir içsel program vardır: “ego”. Bu program tüm düşüncelerimizi ve arzularımızı tek bir yöne yöneltir: “dünyayı kendi çıkarım için kullanmak”.
Kişisel niteliklerim, yeteneklerim, içimde potansiyel olarak taşıdığım tüm düşünceler ve arzular, benim altyapımı oluşturuyor, bir bilgisayar gibi. Bu bilgisayarın işletimcisi ise egodur. Sanki içime bir “kişisel tatmin” işletimcisi yüklenmiştir. Yaratılışın doğası olarak bu böyledir.
Aslında niteliklerim ne iyidir ne de kötüdür. Ancak beni hareket ettiren ego programı, beni bu nitelikleri kendi çıkarım için kullanmaya zorlar. Hatta niteliklerimi başkalarının pahasına olacak şekilde  kullanabilirim, çünkü bu yaklaşım kendimi çevremdekilerden daha güçlü hissetmemi sağlar. İşte, bu egomuzdur.
Bunun böyle olduğunu fark ettiğim noktada, bu programın değişmesini talep edebilirim. Ancak niteliklerimi değiştirmem, onlar aynı kalır. Değiştirdiğim şey, bu nitelikleri kullanma şeklimdir, yani diğer insanlara olan yaklaşımımdır. Sadece kendi çıkarımı düşündüğüm yaklaşım, sonuçta geri dönüp bana zarar vermektedir. Bu yaklaşımın aslında benim için de kötü olduğunu anladığım zaman, diğer insanlar için de iyi olacak bir yaklaşımı benimseyebilirim ve bu sonuçta bana da iyilik getirir.
Peki, bu nasıl gerçekleşir? Başkalarına iyi davrandığımda kendimi neden iyi hissederim? Başkalarına zarar verdiğimde ise neden kendimi kötü hissederim? Çünkü bu şekilde hissettiğimiz zaman, var oluş gerçeğimize yakınlaşırız. Diğerleri ile aramızda bir fark olmadığını, aslında bir ve aynı olduğumuzu hissetmeye başlarız. Böyle anlarda farkındalığımızı artırırsak, birbirimize ne kadar yakın olduğumuzu anlarız; öyle ki kendimizi diğer kişi ile bir bütün gibi hissederiz. Bu his sonucunda, bana ya da başkalarına olanlar arasında bir ayırım yapmaya son veririz.
İnsanlar böyle bir yaklaşımı benimsediği ve bunun sonucunda diğerleriyle bir bütün olduğunu hissedebildiği zaman, ileride tüm insanlık bir aile haline gelebilir. Şu an için, bu olası bir şey gibi görünmemektedir. Ancak zaman içinde diğer insanlara olan yaklaşımımızı “sadece kendi iyiliğim” içinden,  “diğerlerinin iyiliği” içine değiştirmeye başladığımızda, gelişim bu yönde olacaktır. Nitekim, doğa bize yaşattığı tüm olaylarla, bizi bu değişimi yapmamız için yönlendirmektedir.

Ahenk içinde aile


Aile içindeki dinamikler her ne kadar farklı olsa da, aile için ideal durum herkesin eşit olmasıdır. Yani ailenin hiçbir üyesi ne diğerlerinden daha üstündür ne de daha az değerlidir. Aslında aile, herkesin karşılıklı sevgi içinde olduğu yerdir. Sevgi ise sadece eşit olanlar arasında var olabilir.
Burada bahsedilen “eşitlik” şu anlamdadır: Ailenin her üyesi, aile ortamında kendi fikrini ifade etme olanağına sahiptir. Böyle bir durum, ancak herkes mevzu olan konu hakkında birbirine danışırsa ve birbirini gerçekten dinlerse mümkün olabilir. Böylece hep birlikte, yaşına ve durumuna bağlı olarak ailenin her üyesi için neyin doğru ve faydalı olduğuna ortaklaşa karar verebilirler.
Çocukların, aile içinde fikirlerin paylaşıldığı bu tür toplantılara katılması önemlidir. Bu sayede sakinleşirler, çünkü aile içinde nasıl bir paylaşım olduğunu,  hangi kişiye neyin gittiğini öğrenirler. Ailenin iyi düzenlenmiş, bütüncül bir sistem olarak çalıştığını anlarlar.
Aslında anne ve baba, çocukları ile birlikte küçük bir toplum oluşturur. Bu, ailenin genel iyiliği için herkesin diğerlerine karşı ödün verdiği bir toplumdur. Yani ailenin iyiliği, aile üyelerinden her birinin kendi kişisel iyiliğinden, kendi çıkarından daha önemlidir. Aile üyeleri, ailenin çıkarını kendi çıkarlarının üzerine koymaya çalışırlar ve böylece diğer aile üyelerine örnek teşkil ederler.
Böyle bir yaklaşımı, bir aile oyunu olarak uygulamak en iyisidir. Bu şekilde, çocuklar birdenbire bu paylaşımın onları ne kadar ilerlettiğini, birbirlerini anlamalarına ne kadar yardımcı olduğunu fark ederler. Birbirini anlamak için gösterilen ortak çaba sonunda herkes kendini daha iyi hissettiği için, bu durumdan memnun kalırlar ve keyif alırlar.  
Peki, eğer çocuk ödün vermek istemiyorsa, ne yapabilirsiniz?
Öncelikle ona sevgi ile yaklaşmalısınız. Sonra, kendisini ikinci plana koymayı istemediği için ne kadar çok şey kaybedeceğini ona göstermeniz gerekir. Diğer yandan da eğer herkese katılırsa ne kadar çok şey kazanacağını anlamasını sağlamalısınız.
Böyle bir oyunu aile olarak herkesin birlikte oynaması, aileye yeni bir paylaşım alanı açacaktır ve bu alanda sevgi bağı güçlenecektir.